15 Şubat 2011 Salı

hiçbir şey

    

      Yetişemedim. Biliyorum biliyorum, ayakkabılarımı bağlarken çok oyalandım. Bu kadar oyalanmasaydım arkasından bakakaldığım otobüsün içinde olacaktım şimdi. Her neyse diyorum, ayağımla bir taşa vuruyorum. Uzağa atmaktı amacım niye hemen durdu ki? Doğru ben yamuk yumuk vurmasaydım gidebilecekti uzağa. Sahi kuşu kafese koyan da benim değil mi? Köpeğe tasmayı takan da. Bıraksam koşarlar mıydı uzağa acaba?  Bilmiyorum ki, hem bunların hiçbirini ben istememiştim zaten.
      Herkesi ve her şeyi görebileceğim bir yere oturmuştum ben yalnızca. Yapmayı istediğim şeyler vardı. Onları düşünüyordum ben hep. Birdenbire biri geldi onu çok sevmemi istiyordu. "Beni çok seveceksin, karşılık bile beklemeyeceksin, ama hiçbir zaman seninle olmayacağım, en sonunda da hiçbir şey söylemeden çekip gideceğim." dedi. Gözlerime bile bakmamıştı. Kabul ettiğimdeyse gitmişti çoktan. Bir kız gülerek yanıma yaklaştı. Söyleyecekleri vardı onun da. Kulağıma eğildi, kolu da omzumdaydı "Sana hep destek olacağım." der gibi. Yok onu demek istememiş aslında. Bunu da çekip gitmeden önce kulağıma şunları fısıldadığında anlamıştım: "Merhaba, ben senin dostun olacağım. Yıllarca hep birlikte olacağız. Aynı okullarda okuyacağız hatta. Beraber güldüklerimiz beraber ağladıklarımızı ezip geçecek. Sonra bir gün ben çok değişeceğim. Beni tanıdığını sanmış olacaksın sen, bense gideceğim. Niye canın yansın ki, birdenbire gitmiyorum aslında. Ara ara söküp almıştım parçalarımı zaten. Gidiyorum, ha son bir şey söyleyeceğim, hiçbir şey." O da gidiyor. Hiçbir şeye dönüp gülüyorum. Durup bekliyorum, benim sıram da gelecek ne de olsa. Ama bütün bunlar olurken o kadar hissizleşiyorum ki, belki benden kopan bir taraflar gidip, hiç kimselere hiçbir şeyler söylemiştir bile.
        Bekliyorum, kimse gelmiyor. Sonra aslında sütlü kahveyi de sevmediğimi fark ediyorum. Soğuk sütü yalnızca kahvenin soğuması için kattığımı...
            Düşünüyorum.Aklıma karşıdaki ağaç takılıyor. Ama ağaç da farkında değil zaten olanların. Seneler önce onu da hissizleştirmiş hiçbir şeyler. "Sonbaharda yaprakların sarı, turuncu, olacak. Romantizmi anlatacaksın." diyor. O da sararıyor. Bilmem belki romantizm dendiğinde hiçbir şeylerden bir şeyler hatırladığı için sararıyordur. Başkası geliyor : "Yaz geliyor silkin, at artık sarıları, turuncuları; çiçekler yakışır artık haydi cıvıl cıvıl ol." diyor. Şöyle bir silkinip çiçek açıyor. Hiçkimselerin ileride söyleyeceği yeni hiçbir şeylere aldırmadan gülüyor yeniden. Bu çocuksu sevinç beni de güldürüyor. 
           Otobüs kartımı basarken hala gülümsüyorum, şoför paso soruyor ne şanslıyım(!). Sahi yaşadıklarım mı büyük gösterdi acaba beni? 
         Aslında düşünüyorum da neyse, hiçbir şey.
           

13 Ocak 2011 Perşembe

Mavi

Hoşçakal gökkuşağı. Seni de bitirdim hemencecik. Oysa ne kadar da uçsuz duruyordun başlarda, hiç bitmezsin sanmıştım. Ne çabuk unutmuşum her şeyin bir sonu olduğunu.
Hani kalmanı istemesem de sindirebilmeyi isterdim seni. Mideme oturmazdın belki o zaman. Midemde binlerce kelebek varken hem de, bir sürü rengarenk kelebek.
Ama aşık olduğumuzda midemizdeki kıpırtıyı kelebeklerin varlığına bağlamamızın sebebini de şimdi anlıyorum ben . Bir gün sonra ölürlermiş gerçekten.

Şimdi onların yasını tutuyorum.. Bir gün sonra geçmeyecek biliyorum.
Ama uyandım görebileceğim tüm rüyalardan. Yarın çıkıpta "her şey bir rüyaydı bak gökkuşağı hala orada, uyandın kaldır başını bak" demeyecek kimse. Dese de gökkuşağını göremeyeceğim yine. Şimdi siyah ve beyaz var. Mavi var bir de, tüm umutların mavisi.







4 Ocak 2011 Salı

ay




    İnsanlardan bir tık daha fazla duyarlı oldum hep. Biraz daha farkındaydım ben. Gülerken en güzel kahkahaları ben attım, ağlarken benim gözlerimden döküldü en büyük yaşlar. Sözler benim kalbimi deldi geçti hep, alelade söylenmiş sözler. Oysa ben yalnızca bir aymışım. Yıldızlarınmış aslında o ışıklar. Onların ışığını aldıkça, bitmiyormuş ışıkları sandığımın aksine. Benim en değer verdiğim şeyler hiçbir şey götürmezmiş aslında onlardan.
 
   Dünya küçüktür demişlerdi. O kadar büyükmüş ki dünya... Keşfettikçe küçülür sanmamız da bundanmış. Öğrenmeye açlığımız bundanmış. Yeninin peşinden koştukça küçülmeyecekmiş dünya. Öğrendikçe küçülen biz olacakmışız aslında. Ve her şeyin bir zamanı varmış. Adın yüksek sesle söylenip, yanlarına çağırıldığında öğrenecekmişsin bunu da.

  Ve onca kömürün içinden seçilmeni sağlayacak olan kendini fark ettirebilmen olacakmış. Senin çabanda bitiyormuş her şey. Elmas olmak ya da kömür kalmak senin elindeymiş hep...

 Ama ne kadar çabalarsan çabala hatırlanmaya değecekmiş bazı şeyler. En güzel anılar olarak kalacakmış onlar. Anılar ne zaman çöp olur bilmiyorum ya da ne zaman gülümsetir anılar...

En güzel anılara...